6 Ocak 2009 Salı

GİDERAYAK



Çıkıyorum dışarı herkes kadar
Aklımda tam sorular yarım cevaplar
Sokak yürünürse akşam duruyor.
Uzun soluklu adımlar
Uzun soluklu adamlar
Karışıyor hengame ve kavga.
Şehre geç kalmış bir adamdan bahsediyor
Cebimde kitap
Eski sevgililerin resmini
Yaka cebinde taşıyan adamlardan değil fakat.
Yok karşılığına gidiyor
Ardı ardına
Adımlar,adamlar.
Tanrım kim çözecek bunu
Güzel ölümlü Atay mı
Geniş omuzlu Platon mu yoksa...

Bak öğren-diriliyorum
Önemsetiliyorum
Taş yerinde ağır
Biliyorum
Elimi sokuyorum altına
Payıma büyük bir kavga planda
Fakat muharip değilim
Yok adım hiçbir ölü künyede
Annem bu yüzden saklar yüzünü
Serin akşamından şehrin.
Yalnız değilim
Başlamadan yeniliyor bizim çocuklar
"Kim zaferden bahsediyor,tüm mesele hayatta kalmak"
Rilke haklı çıkıyor sonunda.
Tüm şiir yazanlar şair değilmiş
Her şeyi açığa vuran şey şiir değilmiş
Elliot kazanıyor sonunda.
Bağışla beni
Kimseye elle tutulur bir şey
Vermeyi bir yana bıraktım
Vadedemeden gidiyorum tanrım.
İçi boş bir nazar boncuğu gibi renkli
Yakalara bir zaman asılmış
Ucuz bir yafta gibi
Kimbilir belki bir devrimci resmi!
Belki bir şeyler daha olmalıydı ömrümde
"çok önemli"diye yaşanmış
Endülüs gibi yarım
bir şeyler daha.
Bağışla beni tanrım
Bak her şeyi anlatmadan gidiyorum.
İlaç şişeleri,şırıngalar,ağır narkozlar
Uzatılmış nekahatlar
Çok şey var daha anlatmadığım.
Sözleri kısa kesiyorum
Saçlarıma ekleyeceğim kalanları...
Unutarak başlayacağım
Eminim yaşasaydı
Böyle derdi babam
Yaşamıyor fakat...
Bak öğren-dirildim tanrım
Ölüme ve erdeme ekleyecek bir şeyim yok
Kimse haklı değildi
Platonum Eflatun oldu şimdi...

1 Ocak 2009 Perşembe

GİRESUN ADA TARİHİ


Karadeniz’in insan yaşamına uygun olmakla meşhur adasının tarihini gün yüzüne çıkarma gayreti daha önceki dönemlerde de bir çok tarihçi ve araştırmacı için bir uğraş olmuşsa da yeterince materyalin olmayışı veya teknik eksiklikler sebebiyle ortaya konulan eserler pek tatminkar olamamıştır. Tabii ki bunda adanın üzerindeki insan eliyle yapılmış kalıntıların çok fazla olmaması ve yahut başka bir deyişle adanın daha çok Giresun kentinin bir gözetleme kulesi göreviyle tarih içinde işlev üstlenmesinin de payı vardır. Yani ada üzerinde sayıca pek de fazla insan yaşamının sürdürüldüğünü söylemek biraz gerçeğin dışına taşmayı gerektirir ki bu durum da yapılan araştırmalarda bilimselliğin dışına çıkılmasına sebep olur. Şimdiki adıyla Giresun adası tarih içinde Aretias; Areionesos,( İlk çağdaki adı ) Nesos, Area,Areos, Chalcetiris (Roma imp. dönemindeki adı ) gibi adlarla anılmıştır. Bu kadar çok ad ile anılmış olması adaya birden çok halkın ve kültürün hakim olduğunu gösteren önemli bir delildir. Hitit dönemi yazılı tabletlerinden anlaşılacağı üzere “ki bu yıllıklar tanrılara hesap vermek için hazırlandığından yalnızca doğru bilgiler içermekte ve günümüz bilimsel tarih yazımcılığının temeli sayılmaktadır...” M.Ö 1600’lü yıllarda bölgeye hakim olan unsur Miletoslular’dır...Fakat Miletoslular bölgeyi kalıcı bir yerleşim alanından çok,yer altı ve yerüstü kaynaklarını sömürmek amacıyla kullanmışlardır. Yani Giresun adası ilk önce kuvvetle muhtemel bu kültürle tanışmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise yine denizcilikle uğraşan kolonici Cenevizliler ve Venediklilerce ada bir gemi sığınağı olarak kullanılmıştır. Roma hakimiyeti, Roma’dan sonra Pontus hakimiyeti ve son olarak Osmanlı hakimiyeti ile tanışmıştır. Evliya Çelebi’nin de seyahatnamesinde belirttiği üzere ada 1634 yılında Osmanlı hakimiyeti yıllarında Kazak denizcilerinin kıyı bölgelerini istila etmekte faydalandığı ve saklandıkları bir sığınak konumundadır.
Ada üzerinde bulunan kalıntılar,araştırmamızı daha derinleştirecek ve gerçekçi kılacaktır. Giresun adasının etrafındaki surların Pontus dönemine ait olduğu sanılmaktadır. Bu durum Giresun kalesi ile ada etrafındaki surların ayni inşaat tekniğiyle yapılmış olmasından anlaşılmaktadır. Tabii ki bu surlar zamanla tahribata uğramış ve maalesef bugüne az sayılacak sayıda bir kalıntısı kalabilmiştir. Ada etrafında surların ve bir gözetleme kulesinin varlığı da gösteriyor ki ada, Giresun kentine denizden gelebilecek tehlikelere karşı bir haberci ve savunma kalkanı görevini de üstlenmiştir. Ama yine de ada üzerinde kayda değer eser bulunduğunu da söylemek yerinde olacaktır. Bunları sıralamaya başlayalım. Giresun adasında Phokas manastırı adında bir mabet kalıntısı ve bir açık hava tapınağı bulunmaktadır. Bu kalıntıların Amazon kraliçeleri Otrere ve Antiope tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Romalı bilgin Pilinius’un “ Ilistariaum Mundi” adlı eserinde adada savaş tanrısı Ares’e sunulmuş bir açık hava mabedinden söz etmektedir. Bundan da anlaşılacağı üzere bugün hala mitolojik bir hikayemi yoksa gerçekten tarih içinde yaşayıp yaşamadıkları tartışılan Amazonlarında bir dönem Giresun adasında yaşadıkları ve savaş tanrısı Ares’e tapındıkları ortaya çıkmaktadır. Giresunlu Ermeni tarihçi Minas Bijiskyan Amazonlar hakkında cesur kadın savaşçılar derken ünlü tarihçi tarihin babası Heredot ise Amazonların İskitli gençlerle kaynaşmasından bahsetmiştir. Rivayetçi tarih kaynaklarında Amazon kadınlarının anaerkil bir toplum oldukları ve savaşçı özellikleri üzerinde özellikle durulmuştur. Hatta yay kullanırken daha rahat hareket edebilmek için göğüslerinden birini kestikleri dahi rivayet edilir. İlk çağda Anadolu’da ki hakim anaerkil kültürün ve bu kültürün yansıması olan tanrıça Kibele inancının bölgedeki bir yansıması belki de amazon kadınlarıdır. Dünyada bir benzer hikayesi bulunmayan bu kadın savaşçıların Giresun adasında yaşadıkları bilgisine özellikle mitoloji kaynaklarında sıkça rastlanmaktadır. Bazı tarihçiler ise Amazonların bugünkü Terme civarında bir krallık kurduklarından ve daha sonra Karadeniz kıyısına ve denizlere hakim olduğundan bahseder ki,Giresun adası da bu hakimiyetten nasibine düşeni fazlasıyla almış olmalıdır. Fakat unutmamak gerekir ki bugün Amazonlar üzerine yapılan araştırmalar hala devam etmektedir. Yani bir başka anlatımla Amazonların mitolojik kahramanlıklarından sıyrılıp bilimsel tarihin gerçek bir parçası olabilmeleri bundan sonra yapılacak araştırmalara bağlıdır. Bu kalıntıların dışında adada geçmiş döneme ait iki adet şarap fıçısı ve adanın doğusunda yer alan antik bir kalıtı olan ve insanlarca ziyareti bereket getirdiğine inanılan Hamza Taşı dikkat çekmektedir. Hamza taşı,bugün hala insanlarca Mayıs yedisi adıyla anılan,yılın her yirmi mayıs günü Giresun Aksu şenliklerinde ziyaret edilen ilginç bir kalıntıdır.”Giresun Aksu Şenliği Rumi takvime göre yedi mayısa denk geldiği için halk mayıs yedisi demektedir...” Hamza taşı üzerine birçok rivayet anlatılmaktadır. Bunlardan birincisi Hz.Hamza ile ilgiliymiş gibi gösterilmeye çalışılsa da Hz.Hamza’nın bölgeyle hiçbir yaşamsal ilgisinin olmaması bu tezi çürütmektedir. Bu iddia olsa olsa Müslüman yöre halkının bereket getirdiğine inandığı bu kaya parçasını kendi inancı içinde göstermeye çalışmasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir görüş ise çocuğu olmayan bir kişinin Hamza taşı etrafında tıpkı yatır ziyaretinde olduğu gibi dua ederek dolaşırsa çocuğu olacağı inancıdır. Hatta yöre halkından bazıları bu şekilde adayı ziyaret edip dileği tutmuş olan birinin doğan çocuğuna Hamza adını vermesi nedeniyle taşın bu adı aldığını savunsa da bu görüşte rivayetten ileri gitmemektedir.
Hamza taşı’nın önemi ve gerçeğini kavrayabilmek için kelimenin kökenine inilmesi faydalı olacaktır. Latince Humuza doğum demektir. Halk arasında zamanla kelime Hamza şeklini almıştır. İlk çağ boyunca Anadolu’da hakim olan Anaerkil yaşam biçimin bir yansıması da Giresun adasındaki Hamza taşıdır. Anadolu diğer bölgelerinde doğum tanrıçası Kibele heykellerinde tanrıçanın kalça kısmı geniş tasvir edilmiştir ki bundan amaç doğurganlığı ifade etmektir. Ada da yer alan Hamza taşının etrafında yer alan diğer kaya parçaları ve taşın üst kısmının başka bir taşın oturtulması için düz yapılmış izlenimi vermesi Hamza taşının da tanrıça Kibele inancı için yapılmış olduğu gerçeğini doğurmaktadır.
Halkın Mayıs Yedisi adıyla andığı şenlik biraz incelenirse adanın ve Hamza taşının önemi biraz anlaşılacaktır. Yirmi mayıs günü Halk önce Giresun’un doğusundan denize dökülen Aksu ırmağı kenarında toplanır ve ilkel geleneğe göre soyun sürdürülmesi için çocuğu olmayanlar dilek tutarak sacayaktan geçerler daha sonra denize yedi tane dilek taşı atarlar ve en sonunda bu faaliyetlerini pekiştirmek için ada etrafında tekne ile dolaşırlar. Bazı çocuğu olmayan çiftlerinse Hamza Taşına dua ederek dilekte bulundukları ve dilekleri tutsun diye bir geceyi adada geçirdikleri de bilinen bir gerçektir. Bu ayin veya ibadet sırasında taşa dönerek dua etme,taşın deliklerine çalı çırpı ve bez tutturma,adanın körfezinde boy abdesti alma gibi bir dizi faaliyette icra edilmektedir. Yani ada ve özellikle Hamza Taşı yöre halkı için doğurganlığın ve bereketin bir öğesi olarak algılanmaktadır. Hamza Taşına duyulan bu inanışın yalnızca bugün ile sınırlı kalmadığını bölgede daha önceden yaşamış Rum halkının da aynı inançlara sahip olmasından anlayabiliriz. İşte doğumun ve bereketin timsali sayılan Hamza Taşı inancı,kendini Anadolu’nun ilk halkları kabul edilen Luvi ve Hattilerden başlayarak sırasıyla Ceneviz,Roma,Bizanslılara sonrada Müslüman Oğuz,Selçuk ve Türkmenlere kadar tüm halklarda benzer şekilde göstermiş ve taşın kaçınılmaz olarak doğum tanrıçası Kibele için yapılan bir dikit olduğu gerçeğini gözler önünr sermiştir

GİRESUN ADA MİTOLOJİSİ


Giresun adası tarihi materyalleri,geçmişi ve kendisine atfedilmiş bir çok mistik hikayeyi de içinde barındıran kurtarılmış bir bölgedir. Bu hikayelerden bir kısmını Amazon kadınlarının ada üzerindeki hakimiyetleri ve yaşayışları oluşturur ki bu konuya ada tarihi içinde değinmiştik. Özellikle mitolojide,yüzölçümünün aksine adanın adı daha büyük bir yer tutmaktadır. Bunlardan Yunan mitolojisindeki söylenceler dikkat çekicidir.Bunda biraz da güç tanrısı Herkül’ün de rolü vardır desek yeridir. Günümüze aktarılan hikayeye göre; Thabai kralı Athamanas’ın Nefele adlı eşinden iki erkek çocuğu olur. Fakat bir süre sonra ülkesinde büyük bir kıtlık başgösterir. Kral bu durumdan kurtulmak için çocuklarını kurban etmesi gerektiğine inanmaktadır. Fakat bunları öğrenen anne Nefele çocuklarını bulut ve buğuya sararak uçan kutsal bir koç postuna bindirir ve Karadeniz’e doğru gönderir. Rivayet odur ki çocuklardan biri Çanakkale boğazını geçerken ölür diğer erkek çocuk ise yoluna devam eder ve mitolojik bazı kahramanlarca Çanakkale ve Kafkaslar arasında Karadeniz’de bir yere saklanır...
Herakles döneminde aldığı on iki emirden biri bu altın postu bulup geri getirmek olan yarı tanrı yarı insan güç tanrısı Herkül gemici (Argonotlar) arkadaşlarıyla beraber postun peşine düşer. Tüm Karadeniz’i boydan boya geçerek sürecek olan serüvenleri Karadeniz’de Tinuslar’ın adası Orkinos’da yolculukları ile başlar. Burada Apollon’un ihtişamlı heykeli karşısında şaşırırlar. Orfeosun şarkıları ile bu şaşkınlıkları geçtikten sonra Mariandy’lerin ülkesinde kral Lykos tarafından görkemli bir şekilde misafir edilirler. Burada konakladıktan sonra tekrar yola koyulurlar Sinoba (Bugünkü Sinop civarı) yaklaştıklarında gemilerine üç denizci daha katılır. Sonra Ünye yakınlarında yaşayan ve Yunanlılara çelik yapımını öğrettiği söylenen zannattkar bir toplum olan Khaliblerin ülkesini geçtikten sonra ise kendisini savaş tanrısı Ares’e adamış Amazon kadınlarının adası Aretias a gelirler. Fakat burada onları hiçte iyi bir sürpriz beklememektedir. Çünkü adada Stimfalid (Ornithes Stymphalides) denen canavar kuşlar onları bekliyordur. Bu canavar kuşlar ile ilgili söylence ise İ.Ö.V. yüzyılda yaşamış ünlü bir ressam olan Apollodoros’un (Bibliopoleion-Kütüphane) adlı mitoloji eserinde kaleme alınmıştır. Bu kuşlar Herkül ile yaptıkları mücadele sonunda yenilmişler ve Giresun’da savaş tanrısı Ares’in adası olan bugünkü ,Giresun Adası (Aretias’a) sürülmüşlerdi. Yani hikayeden de anlaşılacağı üzere Herkül daha önce bu kuşları Stymphalides gölü kenarında yenmiş ve buraya sürmüştü fakat eski düşmanları tekrar karşısına çıkmıştır. Canavar kuşlar Herkül’ün adaya geldiğini görünce tüylerini bir ok gibi Argontların (gemiciler) üzerine fırlatarak saldırıya geçmişler. Argonotlar kalkanlarını birbirine çarparak acayip sesler çıkararak kuşları korkutmayı başarırlar ve zafer bir kez daha Herkül ve onun gemici arkadaşlarının olmuştur. Bu mücadele sırasında bazı Argonotlar ise hayatlarını kaybetmişlerdir. Herkül adanın her yanında altın postu aradıysa da bulamamış ve adayı lanetli kabul edip,daha fazla zaman kaybetmeden Kafkaslara doğru yelken açmıştır.
Tarihin bu mitolojik söylencesini yeniden canlandırmak isteyen Tim Severin yönetimindeki bir araştırma grubu 1984 yılında Herkül’ün Argo gemisini aynı teknikle yani tek bir çivi kullanmadan inşaa ederek Giresun adasına kadar kürek çekmişlerdir Bu serüveni National Geographic dergisi de takip etmiş ve seyahat BBC Televizyonundan on iki kişilik bir ekip belgeselleştirilmiş ve Giresun adası tüm dünyaya tanıtılmıştır.
Giresun adası ile iligili mitolojik hikayelerden bir tanesi de Kral Mitridates’in kızı ile ilgili olan efsanedir. Söylenceye göre Kralın çok güzel kızı gün gelir evlenme çağına erişince onunla evlenmek isteyen onlarca soylu ve zengin sıraya girerler. Fakat prenses taliplilerin hiçbirini kabul etmez. Bu durumdan şüphelenen Mitridates yaptırdığı soruşturma sonucunda kızının kalenin eteklerinde koyun otlatan bir çobanı sevdiğini öğrenince bu duruma çok kızar ve kızını Aretias adasındaki manastıra kapatır. Öfkesini alamayan Kral daha sonra da çobanı yakalatıp manastırın önündeki kiraz ağacına astırır.Bunu gören genç kız acısına daha fazla dayanamayıp ertesi gün kendisini kapatıldığı manastırın kulesine asarak intihar eder...
Adanın yalnızca Herkül gibi kahramanlık hikayeleri yazan kahramanların uğrak yeri olmasından öte trajik bir sonla biten aşk hikayelerine de misafirlik ettiğini anlatan bu hikayede mitoloji dünyasındaki hazin yerini almıştır. Bu iki mitolojik söylence dışında ilgilinç bir başka hikayede daha vardır ki diğer hikayeler kadar dikkat çekicidir. Bu üçüncü hikayeye ise şöyledir.
İsrailoğulları, Hz.Yusuf’un altından bir heykelini yaparlar. Mısır’dan göç edip Filistin’e vardıklarında ise mucizeleriyle ünlü Hz.Musa’dan heykeli Mısır’dan geri getirmesini isterler. Hz.Musa bir mucizeyle heykeli Filistin’e getirirse de heykeli Fenikeliler alıp Kıbrıs adasına götürürler. Yunanlılar ise heykeli Kıbrıs adasından alarak tanrıların evi Olimpos dağına yerleştirirler. Fakat Pers imparatoru Dareios (Dara) tüm Anadolu ve Yunanistan’a hakim olunca heykeli Olimpos’tan alıp tekrar Mısır’a geri verir. Fenikeliler ise heykeli tekrar ele geçirip bu kez Aretias adasına yerleştirirler. Altın heykeli almak isteyen Yunanlıların adaya kırktan fazla sefer düzenledikleri rivayet edilir...
Giresun adasının adının mitoloji kaynaklarında bu kadar fazla yer işgal etmesi bugünkü sessizliğine ve unutulmuşluğuna ters bir durum ortaya koyduğu ise aşikardır.. Tanrıların savaştığı,güzel prenseslerin aşkları uğruna kendi canına kıydığı,peygamberlerin heykelleri yüzünden akınlara uğramış,daha iyi savaşmak için göğüslerinden birini kesen kadın savaşçılarının yaşadığı ve ölümüne savunduğu,tanrıçaların heykellerinin dikilebileceği kadar kutsal sayılmış, bereketin ve bolluğun tutanakçısı Giresun adası... Bugün yeni hikayelerinin gün ışığına çıkarılmasını ve tarihteki itibarının iadesini beklemektedir. Nacizane O’na bir katkımız olduysa ne mutlu...

BEŞ DAMLA




I
Su yürürse taşların üstünden
Atadan kalma can sıkıntıları ile geçirilen ömürlere
Bir ferahlık gibi sokulur yatsı ezanları...
Gece inmeden inmeye tutulmuş
Belinden aşağısı tutmayan
Felçli kadınlar ayaklanır,sulara aldanıp.

II
Su yürürse kapalı ahşap kapılarda
Gergin sürgüleri gevşeyen menteşelerin
Eski ölülerine mevlit okunan evlerinde
Çocuk başları gömülür eteklere,
Tüyleri uzamış dul kadınlar
Başını yaslar cama sulara dalıp.

III
Su yürürse en fazla bir ad kalır akılda
Hatıraları tahrip edilmiş çocuklardan arda...
İğdiş edilmiş muhayyel rüyalar çoğalır
Adımlanırken kafa kurcalayan soğuk salonlar.
Saba makamıyla ayaklanan ölü babalar
Ayak seslerini siler suların lohusalığıyla.

IV
Su yürürse talebelik arefesinde eğilmiş
Tokalı kırmızı pabuçlarını bağlayan kızlar
Bir daha gülerek yürüyemez yollarda...
Baba evlerinin utangaçlığıyla,horlanmış
Masum bir renk sürerler göz kapaklarına
Bazen de derin bir iç çekerler sulara kapanıp.

V
Su yürürse çünkü,
Felçli,ölü,dul ve öksüzdür artık su
Uğradığı her durakta biraz daha burulmuş
Biraz daha kötümser...


ÇÖZÜLME



Çözüldüm
Yabancı değildi şarkı
Çok fena
Anadilde değdin elime,
Hıdrellez’e çok
Mart yedisine az kalmıştı.
Tanındım
Faydası yok
Pardösümün yakası kısa
Yüzüm ablak
Kaşım çatık
Dilim çatallı
Kaşlarımın altında emaneten yuva
Kırçıl bakır çalıklarıyla…
–Başka türlüsünü bilmezler ki bakmanın
Öğrenmediler.
Yakalandım faydasız.
Fakat bahanem hazır;
Nerede olursa olsun
Ellerinden yakalanır
Ayakkabı boyayanlar…


Çözüldüm
Nereye kaçmalı
Susulsa belki
Anam dilim yutulsa küçük,
Yakalanmasam inceldiğim yerden.
Çözüldüm
Ne idi şarkı unuttum başta
Hatırladım sonra geç…
Yine hazır bahanem;
Nerede olursa olsun
İlk dokunuşta yakalanır
Anadilde şarkı.

BAKMAK



Şu uzayıp giden geceye bak, bön.
Ne kadar İngiliz / o kadar küstah / o kadar kent soylu
Ne kadar gürültücü / o kadar serf / o kadar İskoç.
Anglo-sakson ve Kelt hatta
Kelebeğini salmış odama, koyu kahve.

Kara gözleri dönmüş Yahudi bir kızın elinde
Çok esmer/ çok Kürt / çok Ermeni fakat
Levanten yeşil değil gözleri, kapkara bir şal gibi
Gece gibi, kendi gibi, kendi gidip ahbapları kalan yar! gibi,
Koyu kelebeğini salmış odama, ak pak kahve.

Ana-karadan uzaklaştıran bir tafra ile
Yoldan çıkaran bir arz-ı endamı almış kucağına
Zorlamasına Alevi / zorlamasına Yezidi / zorlamasına Sünni
Kara kelebeğini salmış odama, zorlamasına kahve.

İç güveysinden halli susamış bir adam gibi
Gıcırdatıp inanması güç bir güverteyi
Şu uzayıp giden geceye bak bön,
Latince bir yer adı gibi zorlan
Bak bu bir işarettir,
Kabul et ve katlan.

31 Aralık 2008 Çarşamba

VASİYETİ EKTEDİR



-Yolda yürüyen yalnız şairdir!
Böyle demişti sinema afişinin önünde...
Gecenin kabuğunu soyup yola koyulmak fikri,
Yorgancı Basri’nin karısını soymak fikrini saymazsak
En çok bunu beğendi…
Oysa anlamadığı daha o kadar çok şey vardı ki;
İnsanlar neden korkar,
gece karton toplayan kadınlardan.
Tomris adının Ermenice değil de Türkçe olması
neden kimsenin umurunda değil ve neden çocuklar
babasının bir gece bekçisi olmasından utanır da
söylemez kimseye,
Bunun neresi ayıp!
Ve mahalledeki Hacı Eşref, sabahın köründe
Ne diye astı kendini avludaki dut ağacına,
Diğer her şey gibi anlamadı bunu da…
Durmadan bir şeyler arıyordu;
Hiç derilmemiş bir sözcük, başka bir şey
Kav, kam ve kamer gibi bir şey ,
Hiç denilmemiş, başka bir dil
Kıpti, Acem ve Mağrip gibi bir şey,
Hiç gidilmemiş bir yer
Beni Amer, Dımaşk ve Fustat gibi bir şey hani…
Yolda yürüyen yalnız şairdir!
Böyle diyordu o gün bile
O sinema afişi önünde…
Belki biz pek ciddiye almamıştık ve lakin
Aradıklarına yaklaşmış olacak zahir
Siyah kasketli adamlar geldiler ve aldılar bir gün
Mahallelinin tabiriyle Altmış sekiz Cevdet’i…
Gazi Hacı Eşref’e gelince,
Kore’den döndüğünde
Manavın çırağıyla kaçmıştı karısı
Çocuk çingeneydi
En çok bunu yediremedi kendine
Kore de yenilmiş olmaktan ziyade.
İntiharı bundan olacak.
Manav kapandı çok geçmeden
Basri’nin karısı geçen yıl öldü şekerden
Yorgancı hala açıktır ve lakin.
Altmışsekiz’e gelince
Önce Erzurum'da sonra
Duyuldu en son Bursa cezaevinde
Belki hala yoldadır şairlik kabilinde!